Genel

Feminizm Hiçbir Zaman Eşitliği Savunmadı

koyun kurt

“Bütün beyazlar ırkçıdır.”

Bu cümle özellikle çok ırklı, çokkültürlü toplumlarda eşitlikçi geçinen liberallerin ağzından kolaylıkla duyabileceğiniz bir cümle. Bu cümlede ironiden ötesi var. Bu cümlede gizli olan adı konulmamış “şey”, bir tür hastalık diyelim, feminizmi var eden şey. Ama bütün erkeklerin kadın düşmanı, zalim, potansiyel tecavüzcü vb. olduğunu söyleyebilen kişilerin “aşırı uçlar” oldukları ve feminizmi temsil etmedikleri savı, yukarıdaki cümleyi kuranların liberalizmin, eşitlikçiliğin, ırkçılık karşıtlığının, Anti-Fa’nın “aşırı uçlarında” olduklarını söylemek kadar geçersiz. Çünkü bunlar aşırı uçlar değil, bu ideolojileri en başta var edip sürükleyen, onlara yön veren mızrak başları.

Feminizm hiç bir zaman eşitlikle ilgili olmadı. Feminizm, kadın hakları hareketi (İng. Womens’ Suffrage veya Suffragette veya Womens’ Rights Movement) görevini tamamlayıp sona erdikten SONRA, yani kadınların haklı olacak yakınacakları bir çifte standart veya haksızlık kalmayınca ortaya çıkmıştır. Kadın hakları hareketi XIX. yy’da başladı ve 1930’larda bütün batı ülkelerinde kadına eşit yurttaşlık hakları verilmesiyle sona erdi. Bugünün tanımlayıcı modernist ve liberal akımları gibi feminizm de II. Dünya Savaşı sonrasının Tek Dünya Devleti hazırlığı ortamında bağımsız, şımarık, hırçın, uzlaşmaz, kültür düşmanı bir akım olarak ortaya çıktı. Feminist kaynaklar Kadın Hakları Hareketi’ne birinci dalga, feminizme “ikinci dalga feminizm” diyerek bu gerçeğin üzerini örttüler. Doksanlardan sonra artık iyice semirip yerleşen, kendini kabul ettiren bu sapkın düşünce akımı, kısaca LGBT olarak anılan cinsel sapkınlık akımlarıyla gücünü birleştirdiğinde kendine üçüncü dalga adını verdi. Hepsi kelime oyunu.

Ve zamanlama hiç bir zaman rastlantı değildir. II. Dünya Savaşı’nda, tıpkı Ermeniler gibi sürgüne uğrayan Orta Avrupa Yahudileri, bu sürgünü bir soykırım olarak pazarlayarak hep düşledikleri ezeli ve ebedi mağdurluk nişanını göğüslerine taktılar. Bu onlara ahlaki bir dokunulmazlık sağladı. Batı toplumları artık herhangi bir Yahudiyi eleştirdiğiniz veya suçladığınızda size Dreyfuss davasının hatırlatıldığı, size soykırımcı-Nazi etiketinin yapıştırıldığı şizofren-paranoyak bir yapıya büründü. Bu şizofren-paranoyak, çifte standartçı ahlak, feminizmin yeşerip boy atmasına zemin hazırladı. Çünkü her iki söylem de birbirinin karbon kopyası:

“Kadınlar binlerce yıldır erkeklerin zulmüne uğramışlardır.” İstanbul Barosu 2004 “kadına şiddet” broşüründen.

“Yahudiler binlerce yıldır zulme uğramışlardır.” Sayısız dinsel, politik ve tarihsel kaynakta yinelenen ezber. Holokost anlatısı bu ezberi taşlaştırıp dokunulmaz bir puta çevirmiştir.

Bilimsel bulgular, eğer araştırırsanız, size kamplarda altı milyon kişinin öldürülmüş olamayacağını söyler. Aynı biçimde, bilim size kadınların binlerce yıldır ezilmiş olamayacağını da söyler. Ama bilim, sanıldığı gibi modernizmin dini değil. Modernizmin dini, Aydınlanma’da ortaya çıkmış kendinden menkul varsayımlar ve dogmalar, yani BİLİMDIŞI sanılardır. 1960’larda başlayan feminizmin hemen bütün fikir önderlerinin Yahudi olması da rastlantı olmasa gerek.

Konuya dönersek, feminizm hiç bir zaman eşitlikle ilgili olmadı. Kanıtı gözümüzün önünde duruyor: Kadın anlamına gelen femen sözcüğüne, ideoloji, akım, ülkü anlamına gelen -izm eklenmiş. Yani ortada bir fikir filan yok, yalnızca kadının adı var. “Kadınizm”. Kadın üstünlükçülüğü için daha uygun bir adlandırma olabilir miydi? Batının sözlüklerine baktığımızda örneğin şunu görüyoruz:

“Feminizm: Cinsiyetlerin politik, ekonomik ve toplumsal eşitliği” (Merriam-Webster sözlüğünden Türkçeye çevirdim)

Nasıl yani? Cinsiyetlerin eşitliğini kovalayan bir düşünce, kendisini cinsiyetlerin yalnızca biri üzerinden mi tanımlıyor? Böyle bir tanımdan hareket eden kişiler, sağlanan eşitliği görme anlamında kör olurlar, çünkü bu tanımda üstü örtülü bir ezeli-ebedi mağdurluk varsayımı gizli. Aslında bu tanımın şöyle düzeltilmesi gerek:

“Feminizm: Erkeklerin hep kadınlar üzerinde ayrıcalıklı olduğu varsayımı üzerine kurulu olan cinsiyetlerin politik, ekonomik ve toplumsal eşitliği ideolojisi”

Böyle bir varsayım üzerine inşa edilmiş bir ideolojinin zaten kadının gerçek mağdurluğu sona erdikten sonra ortaya çıkması beklenirdi! Bu varsayımın resmi adı da “erkek-egemen”. Tanıma bunu katmayınca ne oluyor? Üstü örtülü bir sürgit mağdurluk iddiası, üstü örtülü olarak kalıyor. Örneğin bir ırkın üstünlüğünü ve dolayısıyla egemen olması gereğini savunan ırkçı kuram için erişilecek bir erek, bir son vardır. İdeal düzen sağlandığında yani üstün tutulan ırkın egemenliği kurulduğunda savaşım sona erecektir. Feminizmin ırkçılıktan daha kötü, daha tehlikeli olan yanı bu. Çünkü kadının hep mağdur olduğu varsayımından yola çıktığınızda, sizin için varılacak bir son kalmaz. Sözcük cambazı Yahudi feminist yazarlar, erkeklerin zincir-kırbaç yerlerde süründükleri, kadınlara dosdoğru kulluk ettikleri bir toplumda bile kadınların “erkek egemen” sistemin mağdurları olduklarını öne sürebileceklerdir. Düşüncelerin sözcüklerden oluştuğunu ayrımsayamayan kadın ve erkekler böylece Orwell distopyasının Çiftdüşün ve Yenikonuş kıskaçlarına kapılırlar. Yukarıda örneklenen sözlük tanımını okuyup bunu içine sindirebilen, buradaki müthiş sahtekarlığı ayrımsayamayan kişi çoktan Orwell distopyasının gönüllü eri olmuş demektir.

Modern insanı Tanrı’nın erkek olduğuna inandıran şey, Tevrat’ın ve Kuran’ın Tanrı için eril adıl kullanması değil, feminizmin bu dilsel durumu Tanrı’nın erkekliğine kanıt olarak sunmasıdır. Feminizm sizi Tanrı’nın cinsiyeti olduğuna inandıracak denli aptallaştırır ve bunu hiç var olmamış bir “erkek-egemen” kültürün varlığının sözde bilimsel kanıtlarına son halka olarak ekler. İnsanın varoluşunu, yüz bin yıllık tarihini “erkek-egemen” etiketiyle aşağılamayı öğretir. Buna itiraz olarak da eski uygarlıkların ve avcı-toplayıcı toplumların “kadın-egemen” (İng. Matriarch) olduğu gibi sahte-bilimsel hipotezler türetir. “Erkek-egemen” kültür nasıl bir haksızlık kültürü oluyor da kadın-egemen kültür eşitlik kültürü olarak yüceltilebiliyor, o da ayrı bir soru. Ve sorunun yanıtında KADIN ÜSTÜNLÜKÇÜLÜĞÜ yanıtı açıkça görünüyor.

Sakın “bir avuç marjinalin” yerleşik bir akımı temsil etmediği safsatasına düşmeyin. Feysbuk sayfamda paylaştığım haberlerde kadın üstünlükçülüğü düşüncesinin gerekçesiz ayrıcalık sağlamak ve gittikçe daha asimetrik toplumsal düzenlemeler yapmak biçiminde düşünsel reflekslere dönüştüğünü göstermeye çalışıyorum. Hem de belediye başkanından politikacısına, öğretim üyesinden gazetecisine kadar herkeste. Son verdiğim pembe otobüs örneğinde beyinlerin nasıl cortladığı ve en basit soruları soramaz, düşünce üretemez hale geldiği açık değil mi?

Propaganda bombardımanı ve Orwellci yöntemler altında düşüncesi yoğrulmuş kişilerin “Kadına el kalkar mı?”, “Kadın neden mirastan yarım pay alıyor?”, “Kızlar neden oğlanlar kadar okula gitmiyor?”, “Neden iki kadın şahit gerekiyor?” sorularını sorduran, ama daha oy bile vermemiş olan genç erkeklerin askere alınıp savaşta tüketilmelerine ses çıkarmamalarını sağlayan şey, feminizmin üstü örtülü varsayımını yığınlara sinsice kabul ettirmesidir. Kadının oy vermemesini “kabul edilemez” bulurken kadının askere gitmemesini hiç sorgulatmayan şey, bu varsayımın farkında olmadan kabul edilmiş olmasıdır. Evet, kadınlar askere gitmesinler, oy da versinler. Ama feminizm olması gerekenleri atlama tahtası yaparak bize nasıl düşünmemiz gerektiğini aşılıyor. Feminist dogmanın yarattığı çifte standarttan kurtulmamız gerekiyor. I. Dünya Savaşı’nda oy hakkı olmayan erkekler cephede ölürlerken, İngiliz kadınların savaşa katılmayan erkek yurttaşlarını korkaklıkla suçlamaları, erkeklerin oy haklarını savaşarak kazanmaları, buna karşın hiç savaşmamış olan kadınlara ERKEKLERLE BİRLİKTE oy hakkı verildiğini, ama bunun “İngiliz kadınlarına seçme ve seçilme hakkı verilmesi” olarak anıldığını pek az kişi bilir (https://en.wikipedia.org/wiki/White_feather, http://www.telegraph.co.uk/men/thinking-man/11509811/Why-has-everyone-forgotten-about-male-suffrage.html). Çünkü feminizm gerçeklerle, bilimle, Tanrı’nın ta kendisiyle kavga eden bir ideolojidir. İngiltere’nin ve Avrupa’nın tarihsel toplumsal yapısındaki küçük sakatlıkları, cinsiyetler arası rekabeti kendine zırh edinir, yalnızca Avrupa’ya özgü olanın bütün dünyanın gerçeği olduğuna inandırmaya çalışır. Nitekim Türkler bu zokayı yutmuş görünüyorlar. Ama Türklerin tarihinde kadın ve erkek hiç bir zaman rekabet etmedi. Türkler kadınları hiç bir zaman “ikinci sınıf” yapmadılar, İslam’dan sonra bile. Feminizm sözcüğünün mucidi olarak bilinen Charles Fourier’in (https://en.wikipedia.org/wiki/Charles_Fourier) “ilerlemenin şaşmaz ölçüsünün kadınlara sağlanan ayrıcalıklar” olduğu önermesi, insan yaşamını anlama ve anlamlandırma konusunda feminizmin körlüğünü ortaya koyuyor. Bugün yaygın kabul görmüş olan bu tanımı, yukarıda yaptığım düzeltilmiş sözlük tanımıyla karşılaştırın ve taşların nasıl yerli yerine oturduğunu görün.

“Hiç bir şey umrumuzda değil. Sekiz milyar insanın bütün yapıp ettiğini tek bir ölçüte göre değerlendiriyoruz: Kadını ne ölçüde kayırıyorlar.”

Pembe otobüsün de, Mor Çatı’nın da, kadını kayıran Medeni Yasa’nın ve Anayasa’nın da, tecavüzcü hadım edilsin önerisinin de, sünnet denen zulme karşı kayıtsızlığın da, İş’te Eşitlik saçmalığının da, Malala Yusufzay masalının da, Farkhunda masalının da kökeninde bu ölçüt ve bu ölçütü doğuran BİLİMDIŞI DOGMA var: “Kadın hep mağdurdu, hep mağdur olacak.”

4 Comments

  1. Hayri

    Kadının kayırılması ya da yaygın deyimle pozitif ayrımcılığa tabi olması, onun mağduriyetinin değil zayıflığının önkabulü değil midir? O halde neden kadının korunması gerektiğini düşünmek ilkellik, kadının erkeklerle eşit sayılmasını istemek çağdaşlık, eşit iseler bunun sonuçlarını talep etmek yine ilkellik sayılır? Kadın girişimciye özel düşük faizli kredi, kadın girişimci sigortası gibi aşağılamaları meşru gösteren kapitalist sisteme neden hiç feminist itiraz yoktur? Pembe otobüs kötü, pembe poliçe iyi midir? Bu ve benzeri soruların cevaplarını doğru düşünmek için böyle yazılar gerekliydi. Devamını bekliyoruz.

    • İsimsiz vatandaş

      Farkındaysan erkekler kadınlardan daha çok dayak yiyor “Kadın isterse her şeyi yapabilir ama erkekler nasıl olsa çöp!” ben hümanistim hümanizmin asıl anlamı insan hakları konusunda eşitliği savunmak, ben hümanist olabilirim ama bu benim saçma sapan davranan insanları seveceğim anlamına gelmez! Kadınların erkekleri ezmesi daha mı iyi? Ha! Tabii ki hayır!

  2. Timur

    Güzel ve açıklayıcı bir makale yalnız tıkanmış ve sorgulama yeteneği olmayan hacim israfı memleketin kezbanusları düşünme ve tartışma yeteneğine sahip olmadığın dan şu an itibariyle kadın düşmanı ilan edildin.

  3. mustafa

    Sıkıntı zaten şu feminizm kadın ve erkek cephesi yaratıyor,biri erkekleri herhangi bir mesele de savunadursun hınçla saldırıyorlar

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest